2030 yılına kadar denizlerin %30’unu koruma altına almayı hedefleyen Açık Deniz Anlaşması, deniz doğasını korumayı ve iyileştirmeyi amaçlıyor.
Birleşmiş Milletler’de (BM) açık denizlerde biyolojik çeşitliliğin korunması için yıllar süren görüşmelerin ardından yasal çerçeve üzerinde anlaşma sağlandı.
Geçtiğimiz mart ayında New York’ta Birleşmiş Milletler’de bir araya gelen hükümet temsilcileri, açık denizlerdeki deniz yaşamını korumaya yönelik yeni bir anlaşma için temel konularda anlaştı. Yaklaşık 20 yıldır üzerinde çalışmalar yürütülen anlaşma, ülkelerin ulusal deniz yetki alanlarının ötesindeki biyoçeşitliliği korumayı amaçlıyor. Müzakereler, finansman ve balıkçılık hakları konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle yıllarca ertelenmişti.
Anlaşmaya, New York’ta iki haftadır yürütülen Hükümetlerarası Konferansı’n beşinci oturumunun ardından BM binasında yaklaşık 40 saat süren kesintisiz müzakereler sonucunda varıldı. İklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve kirlilikten oluşan üçlü gezegen krizlerini ele almak için büyük önem taşıyan anlaşmanın 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve Kunming-Montreal Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi‘nin okyanusla ilgili amaç ve hedeflerine ulaşmak için de hayati önem taşıdığı belirtildi.
İklim değişikliğiyle mücadele bağlamında önemli bir adım olarak değerlendirilen anlaşmaya ilişkin BM Genel Sekreteri Antonio Guterres “Tüm tarafları tebrik ediyorum. Şimdiki ve gelecekteki nesiller için daha güvenli, sağlıklı, dayanıklı ve verimli bir okyanus için birlikte çalışmaya devam edeceğimiz günleri iple çekiyorum.” ifadesini kullandı.
193 ülkenin üzerinde anlaştığı yasal çerçevenin BM’de resmi olarak kabul edilmesi bekleniyor. Bunun ardından imzaya açılacak anlaşmaya, BM ülkeleri taraf olup olmayacağına karar verecek.
Okyanusların korunmasına yönelik son uluslararası anlaşma (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi) bundan 40 sene önce 1982 yılında imzalanmıştı.
Almanya Çevre Bakanı Steffi Lemke anlaşma ile ilgili yaptığı değerlendirmede “Şimdiye kadar neredeyse hiç korunmamış olan açık denizler için ilk kez bağlayıcı bir anlaşma imzalıyoruz. Nesli tükenmekte olan türlerin ve habitatların kapsamlı bir şekilde korunması artık Dünya yüzeyinin %40’ından fazlasında nihayet mümkün.” diye konuştu.
Bu anlaşmayla, tüm ülkelerin balık tutma, gemi taşımacılığı ve araştırma yapma hakkına sahip olduğu uluslararası sular, açık deniz adı olarak tanımlanmış ancak bu suların yalnızca % 1,2’si korunabilmişti. Bu korunan alanların dışındaki deniz yaşamı, iklim değişikliği, aşırı avlanma ve gemi trafiği nedeniyle risk altında.
Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’ne (IUCN) göre, küresel çapta deniz türlerinin yaklaşık %10’u yok olma riskiyla karşı karşıya. Anlaşmada belirlenen korunacak yeni alanlar, balıkçılık faaliyetlerine, nakliye güzergâhlarına ve derin deniz madenciliği gibi keşif faaliyetlerine sınırlar getiriyor. Yunuslar, balinalar, deniz kaplumbağaları ve farklı balık türleri gibi birçok deniz canlısı, ulusal sınırlar ve açık denizlerden geçerek uzak mesafelere yıllık göç yolculuğuna çıkıyor. Ancak uluslararası yönetim organları uzun zamandır bu türleri ve balıkçılık veya turizme bel bağlayan toplumları koruma çabalarında zorlukla karşılaşıyordu. Uzmanlar bu anlaşmanın, göç eden türlerin yolculukları boyunca karşılaştıkları tehdit ve sorunları ele alabilmek için farklı bölgesel anlaşmaları bir araya getirmeye yardımcı olacağını vurguladı. Uzmanlar ayrıca açık denizlerin korunmasının kıyılardaki biyoçeşitliliğe ve ekonomilere de katkı sağlayacağının altını çizdi.
Çevre örgütleri, madencilik faaliyetlerinin yarattığı gürültü kirliliği ve çevresel etmenlerden dolayı hayvan yetiştirme alanlarına zarar verdiği yönünde endişeye sahipti. Ruhsatlamayı denetleyen Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi, BBC’ye yaptığı değerlendirmede “gelecekte derin deniz dibindeki herhangi bir faaliyetin, sürdürülebilir ve sorumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak için katı çevresel düzenlemelere ve gözetime tabi olacağını” söyledi. Anlaşma, BM’nin Okyanuslar Büyükelçisi Rena Lee tarafından ilan edildi.
UCN Okyanus ekibinin direktörü Minna Epps, konuyla alakalı asıl meselenin deniz genetik kaynaklarının paylaşımı olduğunu belirtti. Farmasötikler (eczacılıkla ilgili), endüstriyel işlemler ve gıda gibi toplum için fayda sağlayabilecek, okyanustaki bitki ve hayvanlardan elde edilen biyolojik elementlere, deniz genetik kaynakları adı veriliyor. Daha zengin ülkeler okyanus derinliklerini araştırma üzerine finansman ve kaynak ayırabiliyor. Ancak yoksul ülkeler ise ülkelerin elde ettiği faydaların eşit olarak paylaşılmasını talep ediyor.
Stockholm Üniversitesi’nden okyanus araştırmacısı Dr. Robert Blasiak, kimsenin okyanus kaynaklarının ne kadar değerli olduğunu ve dolayısıyla nasıl bölüşülebileceğini bilmemesinin büyük bir zorluk olduğunu söyledi. “Düşünün ki, evinizde kocaman bir TV’niz var. Ancak bu yüksek çözünürlüklü ekranda yalnızca dört-beş piksel çalışıyor. İşte bizim de okyanus bilgimiz bundan ibaret. Okyanuslarda yaklaşık 230 bin tür kaydedildi, ancak iki milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor.”
Greenpeace Nordic’in okyanus konusunda kampanyalar yürüten üyesi Laura Meller, iklim krizine karşı dayanıklılığın sağlayabileceği, milyarlarca insanın da yaşamını ve geçim kaynaklarını koruyabileceğini söylediği anlaşmadan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Meller, “Bu tarihi bir gün. Bölünmüş bir dünyada doğayı ve insanlığı korumak, jeopolitiğe karşı galip geldi” şeklinde konuştu.
AB, ABD, Birleşik Krallık ve Çin‘i içeren Yüksek İddialı Koalisyon, anlaşmaya aracılık etmede, koalisyonlar inşa etmede ve müzakerelerin son günlerinde uzlaşmaya isteklilik göstermede kilit oyuncular olarak kendini gösterirken, Küresel Güney, anlaşmanın adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde uygulamaya konulabilmesinin sağlanmasına öncülük etti.
Avrupa Birliği, zengin ve yoksul ülkeler arasında güven inşa etme girişimine bir başlangıç olarak, anlaşmanın onaylanmasını ve erken uygulanmasını kolaylaştırmak için New York’ta 40 milyon Euro (42 milyor dolar) sözü verdi. Ülkelerin anlaşmayı resmen kabul etmek için tekrar bir araya gelmeleri gerekecek.
0 yorum