Yamaçlarından koşarak indiğimiz, kar sularından içtiğimiz, ağaçların birbirine sarıldığı, denizi görmeden kokusu burnumuza gelen, coğrafyada yaşıyoruz.


Sular her zamanınkinden daha gür akmaya, yeşil her zamankinden daha yeşil olmaya, kuşlar her zamankinden daha güzel ötmeye, toprak yağan yağmurdan daha fazla beslenmeye çalışıyor. Yaşam var olmak için değil devam etmek için uğraşıyor. Peki bizler tüm bu uğraşın neresindeyiz ve ne yapıyoruz?


Yerleşik hayata geçmek insanların yaşam şekillerininde büyük değişikliklerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Yerleşik hayata geçmek insanların alışkanlık ve ilişkileri üzerine farklı etkiler meydana getirdi. Çevrelerini kendilerine uyarlamaya başladılar. Gerekirse ağaçları kestiler, tehdit edici yırtıcıları öldürdüler, su yollarına setler kurdular, ektiler, çoğalttıları, tükettiler, tekrar ettiler. Ne için? Yaşamak için. Yaşamak yetmedi, çoğaldılar. Artan nüfusla daha çok alan değişmeye başladı. Kendi aralarında olan ilişkiler farklılaştı, daha çok alana ihtiyaç duydular. Yaşadıkları alanlar giderek doğal süreçteki halini yitirdi. Farklı bir biçime evrildi. Buna köy kasaba kent eyalet ülke dediler.


Şehirler oldukça hızlı büyümekte. Dünya genelinde 2007 yılından sonra şehir nüfusu kırsal nüfusu geçti. Bu sayı giderek de artmakta. Siz bakmayın şimdi şehirden uzaklaşıp uzak bir yerde ev alanların sayısının arttığına. O yerlerde nüfusun artması ve şehir alışkanlıklarının oraya taşınması ile şehir yaşamı oraya taşınmakta. Şehirleşme kötü bir şey mi peki ? Dünya ya baktığımızda şehirleşmenin en büyük olduğu toplumlar en gelişmiş ülkeler olmakta. Fakat onlarda artık bazı noktalarda şehirleşmenin bu şekilde ilerlememesi gerektiğini fark edip, bu işe bazı kurallar koyuyorlar. Çünkü toprağın sürekli olarak beton ile mühürlenmesi çevresel, ekonomik ve sağlık sorunlarını beraberinde getirmektedir. Bizim için sınırsız gibi görülen toprağın bir avuç kadarının oluşması bile milyon yıllar alabilmektedir. Şehirde yaşamak toprağın ve çevremizin değerini daha iyi anladığımız anlamına gelebilir mi ? Şehirde yaşayanların toplumda daha bilinçli olduğu söylenebilir mi ?


Bir fırtına çıkar, akarsudaki tüm sazlık yere yatar, kimisi kopar suya kapılıp kendini denizde bulur. Her yer dümdüz olmuştur. Yaşanacak bir yer kalmamıştır. Ancak iki gün sonra bir bakarsınız, sazlık doğrulmaya başlar. Bir ay sonra yeni filizler suyun içinden gökyüzüne doğru yükselir. Sazlık yaban hayatına kucak açar. Böcekler, balıklar, çiçekler, memeliler bildikleri bir düzeni kurar ve geçmişi unuturlar. Peki üzerinden asfalt geçirdiğiniz bir orman? Kıyısına beton döktüğünüz bir nehir? Sahilini kirlettiğiniz deniz? Unutur mu dersiniz? Eskisine döner mi?


Dünya’da sadece insanların var olmadığını, uzun zaman önce unuttuk. Kentlerimizi kurarken oyun alanları, yürüyüş yolları, betondan kuleler, süs havuzları ve daha nicesini yaptık. Ne için? Kendimiz için. Peki elinden sorgusuzca aldığımız doğa ne oldu? Ona da ayıp olmasın diye parklar inşaa ettik. Hani şu coğrafyanın özelliğini taşımayan ağaç ve çiçeklerin olduğu, yaban hayatının yuva yapabileceği bir yeri bırakın bir insanın dahi açıklıktan zor oturacağı yerler.


Toprağa hasret kaldırım taşlarına muhtaç bir kirpinin tek beklentisi bir avuç kedi maması.


Yaban hayatını unutup hayatımızdan çıkardık. İnsanların yaşayabileceği (?) alanları çoğalttıkça diğer canlıların yaşam alanları daraldı. Yerleşik hayata geçmeye başladığımızda hayvanlar ve bitkileri kendimize göre ayarlamaya başladık. Hangisinin hangisi ile birleşmesi gerektiğine karar verdik ve yapay bir seçilim gerçekleştirdik. Bunun sonucunda yeni türler ortaya çıktı. Şu an etrafımızda arkadaş olarak gördüğümüz kediler ve köpeklerde onlardan. Ama bizler onlara dahi gereken değeri vermedik. Bizimle yaşaması gereken evcil hayvanları sokaklara terk etmeye başladık. Kendilerine ait olmayan kentler içinde çoğaldılar, hastalıkları kendi aralarında yaydılar ve acılar çekmeye devam ediyorlar. Onlar sokaklarda arabaların altında can vermeye, hastalıklardan yaşamlarını yitirmeye, açlıktan can çekişmeye ve yaban hayvanlarına tehdit olmaya layık değiller. İnsanların bu sorumsuz davranışları neticesinde evcil ve yaban hayatı karşı karşıya geliyor. Bunun sonucunda yaşam alanları daralan yaban canlıları bizden daha hızlı uzaklaşıyor. Kuşlar, sincaplar ve diğerleri de doğanın derinliklerine sıkışmaya başlıyor. Ne kendimiz için evcilleştirdiğimiz canlılara değer verdik ne de yaban hayattakilere.


Yaban hayatı dediğimizde aklımıza çöller, alabildiğine ormanlar ve yüksek dağlar mı geliyor? Ancak durum öyle değil. Kilometrece uzaktan sadece bir dalda dinlenmeye gelen bir kuş, çiçekleri dolaşan bir kelebek ve onun konduğu çiçek hepsi yaban hayatının bir parçası. Onlara yanımızda sığınabilecekleri, beslenecekleri ve yaşayabilecekleri alanlarlar bırakmalıyız. Yaşam sadece bize ait değil. Dünya tüm canlılar ile yaşanabilir bir alan.

Uzm. Vet. Hek.Gökçe Coşkun

Kategoriler: Genel

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir