Benim yaşadığım yere bozkır derler. TDK’ye göre bozkır, kurakçıl otsu bitkilerden oluşan, sıcak ve ılıman iklimlerdeki ağaçsız doğal alanlara denir.
Bozkır çöl ve ormanlık alanın arasında kalır. Yağmur daha az yağarsa çöl, daha fazla yağarsa ormanlık olur. Kapadokya’da ağacımız az olduğu için rüzgarımız boldur. Buradaki topraklarda az suyla yetişen, elinde avucunda ne varsa onunla büyüyen bitkiler sistemi oluşturur.
Çok kısadır yeşili ama şenlik başlayınca da her yer rengarenktir. Sebebi ise bazılarının yabani ot dediği o renk cümbüşüne vesile olan kır çiçekleridir. Kapadokya’da hayat sadece bizim için değil, onlar için de zordur. Soğuğa, şiddetli rüzgarlara, kara kışa, susuzluğa, kuru sıcaklığa dayanırlar ve tekrar gücünün hepsini kullanarak 20-30 cm boylanarak güçlü ve dirençli bir şekilde var olurlar. Önce sarı renkler çıkar ortaya imam kavukları, güneşe benzer karahindibaları, yaprakları kıvrım kıvrım tosbağa otu (sarı havacıva), nisan yağmurlarından sonra çivitler, hezarenler, civanperçemleri, ban otları gibi biraz daha boylu bitkiler hayat bulurlar. Sonrasında sadece Kapadokya’ya özel mis gibi kalbe iyi gelen kokular sarar etrafı, unutursunuz her şeyi. Gün boyu derin derin nefes aldığınızda gül, iğde ve hanımeli kokuları ömrünüze ömür katar. Burada kocaman ağaçlarımız yok ama kayadan ormanlarımız var. Bu taş ormanlarımızın eteklerinde hemen erken baharda çiçeklenen delice bademlerimizle her yer pespembe olur. Sonra erik, kayısı, elma, yaban armudu, ahlat, geçmişi Roma Dönemi’ne dayanan hizmet (üvez) ağaçları, vadi içindeki patikalarımızın kenarlarını süsleyen alıç, kadıntuzlukları, kuşburnu, gilaburular, yabani yaseminler ve çehriler bu bölgeye ayrı bir renk ve güzellik katar. Aynı zamanda bu bitkiler kışın kurdun kuşun aşı; köylünün de kışlık hazırlamak için erzakları olurlar. Hititlerden bu zamana kadar uzanan Emir üzümü ve dimrit temmuz sonu alaca düşmesiyle gene bir telaş alır bizi. Ekim ayında kabak çekirdeğimiz ve üzümlerimizin hasadıyla sonbaharı karşılarız. Bütün bu küçük odunsu bitkiler de bozkırın bir parçasıdır. Yanlarına yaklaşıp dikkatlice baktığınızda çiçekler ve böceklerin, etrafta koşturan tarla farelerinin, gelengilerin, kayaların arasından sıvışan tilki ve tavşanların, bazen de patikalarımızda rastladığımız domuz ve kurtların üstünde süzülüp giden kızıl şahinlerin, kaya kartallarının, atmacanın, ebabilin, tepeli toygarın, ibibiğin, arı kuşlarının ve kayalara yuva yapan güvercinlerin bu birlikteliğini görebilirsiniz. Hepimiz Kapadokya’da uyum içerisinde yaşarız.
Sıcaklar kasıp kavurmaya başladığında kır çiçekleri sarı renge bürünüp tohumlanmaya durur. O zaman bozkır gerçek bozkır olur. Artık sadece kayalara çarpan sarı sıcak gözümüzün önünde soluk bir görüntü oluşturur. Kapadokya biraz şanslı bir bozkır olmalı ki bölgede mikro klima etkisi olan birçok vadisi vardır. Vadilerin içindeki kayaların içinden gelen kar sularının saklandığı savaklarla vadilerimiz daha uzun yaşar. Geç baharı gene derde deva olur ve böylelikle mahlep ağaçları, yalancı iğdeler, cevizler, kavaklar, gilaburular, yakı otları, ısırganlar, su kamışları ve orkideler doğanın döngüsünü tamamlamaya devam eder.
Bozkırın döngüsü kırılırsa toprağı ve kayaları yok edersiniz. O zaman da birçok çiçek renklerini toplayıp gider, hayvanlar biz fark etmeden sessizce başka diyarlara göç eder. Her ne yaparsak yapalım karşılık beklemeden tohumunu yeşerten toprak ana daha ne kadar dayanır bu zulme? Üstünde taşıyıp can verdiği bitkiler yerine beton döküldüğünde buna gücü ne kadar yeter, bilinmez. Oysa bozkırın da dileği tüm canlılarıyla birlikte yaşamak ve bizlerden hak ettiği saygıyı, minneti görmektir. Acaba çok mu zor evvelden beri gelen birçok özelliği ve güzelliği ile yaşamak için çaba gösteren, can çekişen, var olma hakkına sahip bu sisteme istediğini vermek? Bir sormak lazım bozkırın üstünde yaşayan insanoğluna!
Saniye Manici GEZER
Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Danışmanı
0 yorum