Endüstriyel tarımın, ekosisteme olan yıkıcı etkilerinin yanında, yediğimiz sebze-meyvelere olan doğrudan etkilerinden bahsederken, genellikle ilk aklımıza içeriğindeki tarım ilaçları denilen zehirler geliyor. Ancak ne yazık ki verdiği zarar bununla da bitmiyor.

Beslenmekteki amacımız yalnızca doymak değil, doyarken de ihtiyacımız olan tüm vitamin ve mineralleri edinebilmek elbette.

Sebze ve meyvelerin barındırdığı besin değerleri, topraktaki canlılıkla doğru orantılı. Yetiştikleri toprak ne kadar canlı, ne kadar besin değerince zenginse, yetişen ürünlerin de bünyesine aldığı vitamin ve mineraller o kadar zenginleşiyor. Yani yolumuz yine toprak canlılığının önemine çıkıyor.

Günümüzde çiftçiler, üreticiler genellikle dışarıdan çuval çuval satın aldıkları NPK (Azot-Fosfor-Potasyum) gübreleriyle topraklarını besliyorlar. Anlık bir doping anlamındaki bu üçlü dışında, daha çokça mineral barındırması gereken toprak, endüstriyel-mono kültürel tarım uygulamaları nedeniyle tüm bu minerallerden yoksunlaştırılıyor.

Yapılan uzun soluklu araştırmalar bize tam da bu konuyu rakamlarla açıkça ortaya koyar nitelikte.

1985 Pharmakonzern Geigy (Schweiz) ve 1996 Lebensmittellabor Karlsruhe/Sanatorium Oberthal 2002 araştırmalarında, alınan sebze ve meyve örnekleri incelendiğinde, her 100 gramdaki vitamin ve minerallerin mg cinsinden rakamsal karşılıklarındaki değişimler oldukça çarpıcı.

Örneğin 100 gr. Brokoli`nin 1985 yılında barındırdığı Kalsiyum değerleri 103 mg iken, 2002`de yalnızca 28 mg, yani %73 daha az. Patates`te ise bu sayılar yine Kalsiyum için 14`ten 3`e düşüyor, yani %78 oranında azalma tespit edilmiş.

Ispanak`taki Magnezyum değerleri karşılaştırıldığında; 1985 yılında bu sayı 62 iken, 2002 yılında 15`e kadar düşmüş, yani %76 daha az.

Muz`da ise çok daha ciddi bir fark ortaya çıkmış. B6 Vitamin değerlerine bakıldığında, 330`dan 18`e kadar %95`lik bir gerileme görülmüş.

C Vitamini değerlerinde de büyük farklar var. Örneğin Elma`da %60, Ispanak`ta %65, Çilek’te %87 daha az C Vitamini tespit edilmiş.

Worldwatch Enstitüsü araştırmacılarından Brian Halweil`e göre de; vitamin ve mineral deposu olmasını beklediğimiz sebze ve meyvelerin, içeriğindeki A, B, C, D, K vitaminleri ile protein, kalsiyum, demir, fosfor, çinko minerallerinin yerini şeker ve yağların aldığı yönünde.

Araştırmacı Jeffrey Christian`nın yaptığı çalışmada da; 50 yıl önceki bir portakalın besin değerini alabilmemiz için, bugün 21 portakal yememiz gerekiyor ya da bir şeftali için 26 şeftali.

Tüm bu değerlere; depolama, ulaşım ve saklama koşullarını eklediğimizde, her ne kadar gıdaya erişimimiz kolaylaşmış olsa da, bize gelen gıdalar gerçek ihtiyacımızı ne yazık ki karşılayamıyor.

Başka bir araştırmanın konusu ise, yukarıda değindim araştırmaya çok da paralellik gösteren, «Topraktaki mineral değerleri değişimi» üzerine.

ABD Tarım Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre; 1910`lardan 1950`lere topraktaki mineral oranları 450 ppm`den 350 ppm`ye gerilemiş iken, 2006`lara geldiğimizde ne yazık ki bu sayı 40`lara kadar düşmüş durumda.

Toprak canlılığının yok olması demek, besin değerlerindeki ciddi düşüşlerden de öte, çölleşmek demek.

İklim krizinin etkilerini her geçen gün daha yoğun hissettiğimiz bu günlerde, topraklarımızı çölleşmekten koruyabilmeli, toprak canlılığını arttırmaya yönelik daha kararlı adımlar atabilmeliyiz. Bunun için hepimizin, mutfakta, balkonda ya da tarlada farketmeksizin yapabileceği bir şeyler var. Yeter ki bireysel sorumluluğumuzun gücünü farkedelim..

Sevgiyle kalın…

Permakültür Tasarımcısı & Ziraat Teknikeri

Neşem Şener Doğan

Kategoriler: Genel

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir