Gıda Sistemi ve Yeşil Devrim
Günümüz gıda sistemi, büyük oranda endüstriyel üretim ile tanımlanabilir. Endüstriyel tarım ve
hayvancılık 1960’larda petrokimya şirketlerinin, tarımsal üretim kapasitesini artırabilmek adına
kimyasal yöntemleri tanıtması ile ortaya çıkmıştır. Gelişen teknoloji ile birlikte kimyasalların hızlı etkisi
tarımsal üretimde artışa neden olmuş ve bu dönem literatürde Yeşil Devrim ismi ile anılmaya başlanmıştır.
Böylece çiftçilikte, toprak kalitesine veya çalışanların sağlığına önem verilmeyen, üretimin büyük
kurumsal çiftçilerin tekeline geçtiği, enerji ağırlıklı makineleşmeye evrilen ve geleneksel aile çiftçilerinin
çoğunun topraklarını terk etmeye zorlandığı bir dönem başlamış olur.
Gıda Sistemi’nin İklim Krizi İlişkisi
Mevcut gıda sistemi küçük ve yerel üreticilerin ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Küresel iklim krizine
katkı sağlamış, adaletsizlik yaratmış ve halk sağlığı için bir tehdit haline gelmiştir. Küresel sera gazı
emisyonlarının yaklaşık %21-37’si gıda sisteminden kaynaklanmaktadır. Gıda sisteminin başlıca
olumsuz etkileri arasında; tarım ilacı, sentetik gübreler, yoğun enerji kullanımı, atık oluşumu,
taşımacılık, yoğun arazi kullanımı, tek tip üretim, ormansızlaşma, biyoçeşitlilik kaybı ve açığa çıkan sera
gazları sayılabilir.
Tarımsal üretimin büyük bir kısmı monokültür yöntemi ile ekim-biçim yapmayı içerir. Petrokimya
endüstrisi çiftçileri, kar sağlayacak şekilde geniş tarlaları tek bir ürünle ekmeye ve yabani otları
kimyasallarla kontrol ederek daha fazla para kazanabileceklerine inanmaya ikna etmiştir.
Kimyasal gübrelerin ve pestisitlerin aşırı kullanımı tarım alanlarında yaşayan toplumları, tüketicileri ve
tarım işçilerinin sağlıklarını etkilemektedir. Bu toksik kimyasalların su yollarına karışmasıyla okyanuslar
ve su yaşamı da olumsuz etkilenmiştir. Genellikle bu zararlı kimyasallardan bahsedilirken “tarım
ilaçları” terimi yerine “tarım zehirleri” terimi de tercih edilmektedir.
Her yıl aynı ürünlerin ekilip gübrelenmesi ve tarım ilaçlarının kullanılması, topraktaki ekolojik süreçlerin
dengesini bozmakta ve toprak sağlığını etkileyerek ekin alanlarının verimsizleşmesine neden
olmaktadır. Bu işlemler toprak yapısını bozduğundan çölleşme, erozyon ve topraktaki mineral kaybına
yol açmaktadır. Dolayısıyla bu şekilde ekim yapılan araziler gün geçtikçe verim alınamaz hale
gelmektedir.
Bununla birlikte küresel tarım alanlarının %77’si hayvan sömürü şirketleri tarafından işgal edilmiştir.
İnsan nüfusunun tüketimine sunulan hayvanları beslemek için gereken tarım ürünlerinin üretilmesi için
çok geniş tarım alanlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Hayvanların barınması ve yemlerinin üretilmesi için
ormanlık araziler kesilerek tarım ve hayvancılık alanlarına dönüştürülmektedir.
Gıda Sistemi’nin Sosyal Adaletsizlik Sorunları
Büyük tarım endüstrileri dünyadaki çiftliklerin sadece %1’ine tekabül etmekte iken tarım arazilerinin
%65’ini kaplar. Sistem, küçük çiftçiler ve aileleri gözetmeksizin şirketlerin ve hissedarların yararına
kurulmuştur. Endüstriyel tarım, kırsal toplulukların yaşam kalitesini düşürür, şehirlere ve şirketlere
bağımlı topluluklar yaratılmaktadır. Kendine yetemeyen aileler köy yaşamını terk etmek zorunda bırakılmaktadır.
Tarım ve hayvancılık sektörü, sigortasız çalışmaya, güvencesiz istihdama ve çeşitli sömürü biçimlerine
açık ikincil bir işgücü piyasasına sahiptir. İşçiler sömürüye karşı savunmasız bırakılmakta ve endüstrinin
çalışma koşulları nedeniyle psikolojik ve fiziksel sağlık sorunları yaşamaktadırlar.
Hayvancılık Sektörü
Hayvan yetiştiriciliği ile insanların tüketimine sunulmak için, hissedebilen canlılar olan insan dışındaki
hayvanlar da büyük acılara maruz bırakılmaktadır. Metan emisyonlarının ana kaynaklarından biri de bu
hayvancılık sektörüdür. Küresel olarak, gıdaya yönelik tarım sübvansiyonlarının çoğu, hayvan
çiftliklerine ve hayvan yemi olarak kullanılan mısır ve soya fasulyesi gibi ürünlere gitmektedir.
Vatandaşların vergisinin çoğu, gezegenimizi yok eden hayvansal ürün fiyatlarını aşağı çekmek için
kullanılmaktadır.
Dünyanın en yıkıcı çevre felaketlerine sebebiyet veren et ve süt şirketlerine 2020 yılının Nisan ayında
228 milyar dolardan fazla fon sağlanmıştır. 2015-2020 yılları arasında ise 2500’den fazla banka ve
yatırım şirketi tarafından hayvancılık endüstrilerinin 478 milyar dolardan fazla yardım aldığı
raporlanmıştır. Buna karşılık, Glasgow – COP26’da yapılan görüşmeler ile, iklim değişikliği ile mücadele
edebilmeleri için yoksul ülkelere 100 milyar dolarlık bir destek sunulması kararlaştırılmıştır.
Hayvancılık insan sağlığı için de büyük bir tehdittir. Hayvanlar, genellikle açık alana veya güneş ışığına
çok az erişimle, birbirlerine yakın alanlarda yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu, ölümcül
hastalıkların hayvanlar arasında hızla ve kolayca yayılması için ideal bir ortam yaratmakta, hastalıklar
hayvanlardan insanlara geçmektedir. Hayvancılıkta antibiyotiklerin aşırı kullanımı, antibiyotik direncini
artırarak insan ve hayvan sağlığını tehdit etmektedir. Antibiyotiklere dirençli bakteriyel enfeksiyonlar
nedeniyle her yıl dünya çapında 700.000’den fazla insan ölmektedir.
Mevcut Gıda Sistemi
Sürekli üretim ve tüketime dayalı mevcut gıda sisteminin insan nüfusunu beslemek için yeterli ve tek
seçenek olduğunu düşünenler olabilir. Ancak her yıl insanlar için üretilen tüm gıdaların yaklaşık üçte
biri tüketilemeden çöp sahalarına gitmekte veya israf edilmektedir. Bu yaklaşık 1,3 milyar ton yiyeceğin
çöpe gittiği anlamına gelmektedir. Bu durum sadece dünya insan nüfusunun %9.9’unu kapsayan
küresel açlığa katkıda bulunmakla kalmamakta, aynı zamanda doğal kaynakları israf etmekte ve yıkıcı
çevresel etkilere yol açmaktadır.
Gıda sisteminde kullanılan tarım ilaçları, tek tip ürün ekimi ile birlikte toprağa serpilen sentetik
gübreler, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarına karışarak su yaşamını da olumsuz etkilemektedir.
Hayvancılıkta kullanılan antibiyotikler ve hayvanlara yem üretmek için kullanılan genetiği değiştirilmiş
tarım ürünleri hayvanlara, insanlara ve çevreye zarar vermektedir.
Yoğun miktarlarda üretilen tarım ürünlerinin ülkeler ve şehirler arası taşımacılığı sırasında açığa çıkan
sera gazları iklim krizine neden olan emisyonları artırmaktadır.
Yerel ve tarım ilaçsız üretilen ekolojik %100 bitkisel beslenmeye geçmek, gıda sisteminin yarattığı
olumsuz sonuçların önüne geçebilmenin en etkili yoludur. Yapılan araştırmalar, küresel çaptaki bitki
temelli bir diyet değişikliğinin 16 yıl boyunca fosil yakıtlardan kaynaklanmış karbondioksit emisyonunu
telafi edebileceğini göstermektedir.
İki futbol sahası büyüklüğündeki bir arazi hepçil beslenmeye ayrıldığında 1 insanı doyurabilecekken
aynı arazinin bitkisel beslenmek için üretim yapmaya ayrılmasıyla 14 insanı besleyebilecek kadar besin üretilebilmektedir. Dolayısıyla bitkisel beslenme mevcut gıda sistemindeki adaletsizliklerin önüne
geçebilmenin ve dünyadaki açlık sorunuyla başa çıkabilmenin en etkili yoludur.
Kaynaklar ve İleri Okuma
Hayek, M.N. et al. The carbon opportunity cost of animal-sourced food production on land. Nature
Sustaibability (2020). DOI: 10.1038/s41893-020-00603-4
Bio Science, World Scientists’ Warning of a Climate Emergency, 2020
Open Society Foundations, Are agrifood workers only exploited in Southern Europe? 2020
IPCC, Special Report on Climate Change and Land
International Institute for Sustainable Development (IISD)
https://www.ecoliteracy.org/
https://ourworldindata.org/land-use
https://www.rechargenews.com/
https://www.unep.org/thinkeatsave/about/sdg-123-food-waste-index
https://www.theguardian.com/environment/2020/apr/29/millions-of-farm-animals-culled-as-us-
food-supply-chain-chokes-up-coronavirus
https://feedbackglobal.org/wp-content/uploads/2020/07/FeedbackReport-ButcheringPlanet-Jul20-
HighRes.pdf
https://www.un.org/en/global-issues/food
https://www.fao.org/food-loss-and-food-waste/flw-data
0 yorum