Prof. Dr. Ünal Akkemik
İÜC Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı
Dünya üzerinde yüzde 29’luk bir alan kaplayan karalar içerisinde Akdeniz Havzası önemli bir yer tutmaktadır. Akdeniz çevresi boyunca uzanan ve Akdeniz iklimi olarak adlandırılan, yazların sıcak ve kurak kışların ılık ve yağışlı geçtiği alanları içine alan Akdeniz Havzası, aynı zamanda dünyanın en hassas ekosistemlerinden de birine sahiptir.
Ekosistem; belirli bir alanda bulunan canlı ve cansız varlıkların birlikte oluşturduğu yaşam birliğidir. Bu yaşam birliğinin oluşmasındaki temel unsurların başında iklim gelmektedir. İklimle birlikte, anakaya, toprak, dağ sistemleri ile birlikte canlılar şekillenmekte ve canlı birliktelikleri oluşmaktadır. Akdeniz Havzasında da bu şekilde, başta iklim olmak üzere, anakaya, toprak, eğim, dağ sistemleri ve yükselti etkisiyle kendine has özel bir ekosistem oluşmuştur.
Akdeniz ekosistemleri ve maki toplulukları
Akdeniz Havzasında;
⦁ Kızılçam ve maki toplulukları (0-1000 m’ler arasında)
⦁ Akarsu ekosistemleri (Akarsu kenarları boyunca)
⦁ Yüksek dağlık ormanlar (1000-2000 m’ler arasında)
Şeklinde gruplandırabileceğimiz bir doğal yapı bulunmaktadır. Bu yapıya son yıllarda giderek artan zeytinlikler ve meyve bahçeleri de katılmaktadır.
Akdeniz çevresindeki en yaygın doğal yapı, deniz seviyesinden yaklaşık 1.000 m yükseltilere kadar saf ve kızılçam ağaçlarıyla karışık maki toplulukları, saf ve maki topluluklarıyla karışık kızılçam ormanlarıdır. Burada belirgin şekilde kurak koşullara uyum sağlamış bir ekosistem görülmektedir. Kızılçam ve maki topluluklarının bulunduğu alanlarda anakaya genellikle kireçtaşından oluştuğundan yüzeyde toprak son derece sınırlı iken kaya çatlakları arasındaki toprak ve toprakta depolanan az miktardaki su maki toplulukları ve kızılçamlara yaşam olanağı sunmaktadır.
Yaz aylarının kurak ve sıcak geçtiği Akdeniz Havzasının maki topluluklarını oluşturan bitkilerin ortak özellikleri bulunmaktadır. Bunların;
⦁ Yaprakları küçülmüş, yaprak alt yüzündeki gözenekleri azaltmış ve yüzeyleri kalın bir kutikula ya da mum tabakasıyla kaplanarak su kaybını sınırlandırmış ve yüzeyleri genellikle tüylenmiş,
⦁ Odunlarındaki su boruları, az olan suyu emniyetli bir şekilde iletmek için daralmış, uç uca eklenmiş boruların uçları tamamen açılmış ve bu borular kısalmış,
⦁ Suyun miktarına göre 10-15 m boylardan kurak kısımlara doğru 1 m boylara kadar düşmüş ve
⦁ Derin bir kök sistemi oluşturarak kaya çatlaklarının en derin kısımlarına kadar ulaşarak suyu almaya çalışmıştır.
Maki topluluklarının yüzbinlerce yıl boyunca kazandıkları bu adaptasyonla Akdeniz’in kurak havzasında yaşama olanağı bulmuşlardır. Bu bitkiler belirli bazı türlerden oluşup bir birlik kurarlar ve bunların bulunduğu yerler makilikler olarak adlandırılır. Bu türler genel olarak; kermes meşesi (Quercus coccifera L.), pırnal meşesi (Quercus ilex L.), delice (Olea europea L.), mersin (Myrutus communis L.), tesbih (Styrax officinalis L.), Keçiboynuzu (Ceratonia siliqua L.), menengiç (Pistacia terebinthus L.), defne (Laurus nobilis L.), sakız (Pistacia lentiscus L.), sandal (Arbutus andracne L.), akçakesme (Phillyrea latifolia L.), laden (Cistus creticus L., C. salviifolius L.), katırtırnağı (Spartium junceum L.), serçedili (Daphne gnidioides Jaub & Spach.), dapne (Daphne sericea Vahl.), funda (Erica arborea L.), yasemin (Jasminum fruticans L.), zakkum (Nerium oleander L.), abdestbozan (Sarcopoterium spinosum (L.) Spach.) gibi bitkilerdir.
Akdeniz Havzasında bu tür, nemli alanlardan kurak koşullara kadar farklı ortamlara uyum sağlamışlardır. Örneğin bir sandal ağacı toprak koşullarının elverişli olduğu yerlerde 10 m’ye kadar boy yapabilirken kurak koşullarda boyu birkaç metredir. Özellikle kara pırnal (kermes meşesi) ve kaba pırnal (pırnal meşesi) elverişli koşullarda 15 m boya ve 1,5 m çapa kadar ulaşırken taşlık, kayalık ve kurak yamaçlarda 1-2 m boya kadar düşerek çalı formunda yaşamını sürdürebilmektedir. Bu maki topluluğu türlerinin farklı koşullara bu denli yüksek uyum göstermesi Akdeniz Havzasındaki yamaçların da yeşil görünmesini, toprak ve su koşulları ile iklimi düzenleme işlevi yerine getirmesini sağlamıştır.
Bu makileri ne yapmalı?
Maki toplulukları ne yazık ki yasalarda, eğer toprak ve su muhafaza karakteri yoksa kolaylıkla orman dışına çıkarılabilecek alanlar olarak değerlendirilmektedir. Nitekim maki; yürürlükte olan 6831 sayılı Orman Yasasındaki Madde 1 ve Madde 2 ile 7139 Sayılı (28 Nisan 2018 tarih ve 30405 sayılı resmi gazete) yasa ile 6831 sayılı yasaya eklenen Ek Madde 16’da aşağıdaki şekilde geçmektedir.
⦁ Madde 1. J) Funda veya makilerle örtülü orman ve toprak muhafaza karakteri taşımıyan yerler orman sayılmaz.
⦁ Madde 2.A) …..funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler, orman sınırları dışına çıkarılır.
⦁ EK MADDE 16- Orman ve Su İşleri Bakanlığınca, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan, Orman ve Su İşleri Bakanlığının teklifi üzerine sınırları Bakanlar Kurulunca belirlenen alanlar, Bakanlar Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre Orman Genel Müdürlüğünce orman sınırları dışına çıkartılarak tapuda Hazine adına tescil edilir. Orman sınırları dışına çıkartılan alanın iki katından az olmamak üzere Devletin hüküm ve tasarrufu altında veya Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar Orman Genel Müdürlüğüne orman tesis
etmek üzere tahsis edilir.
İlk 2 madde sadece maki ve fundalıkları tanımlarken, Ek Madde 16’da kapsam daha geniş olup makiliklerin de seyrek bulunduğu Türkiye’nin hemen her tarafındaki taşlık-kayalık alanları kapsamaktadır. Bu kanunlar hazırlanırken, ekosistem yaklaşımı göz ardı edildiğinden insan kullanımı ve yapılaşma öne çıkmıştır. Oysaki Türkiye orman bakımından zengin bir ülke değildir. Kanunda sözü edilen taşlık kayalık alanlar, aslında Türkiye’nin en zengin biyolojik çeşitlilik merkezleridir.
Akdeniz Havzasında kurak koşullara bu denli uyum sağlamış olan maki topluluklarının bulunduğu alanlar, tıbbi ve aromatik bitkiler, floranın diğer elemanları ve fauna ile birlikte daha kapsayıcı ve bölgenin özelliklerini yansıtan bir terimle adlandırılması gereklidir. Bu terim “Akdeniz sert yapraklı orman”dır. Maki sadece bir topluluk adı olduğundan dolayı zaten kapsayıcı bir ad değildir. O nedenle Akdeniz koşullarının getirdiği bir orman olarak değerlendirilmeli, Karadeniz Bölgesi yapraklı ormanlar gibi düşünülmemeli ve zaten uluslararası literatürde de kullanıldığı gibi Akdeniz sert yapraklı orman (Mediterranean sclerophyllous forest) olarak değerlendirilerek mevzuatta buna ilişkin değişiklikler yapılmalıdır. Böylece bölge ölçeğinde makiliklerin kurak ve taşlık-kayalık koşullarda;
⦁ Orman varlığı artırma
⦁ Toprak ve suyu muhafaza etme
⦁ İklimi düzenleme
⦁ Karbon biriktirme
⦁ Biyolojik çeşitliliğin devamlılığını sağlama
⦁ Endemizm oranını koruma
⦁ Kekik, dağ çayı, adaçayı gibi odun dışı orman ürünleri barındırma ve toplumsal geliri artırma
⦁ Yangınlara uyum sağlamış olan son derece değerli orman alanlarını koruma ve sürekliliğini sağlama fonksiyonlarına yerine getirilmiş olacaktır.
İklim değişiyor!
Akdeniz havzası; iklim değişikliği senaryolarına göre en hassas bölgelerden birini oluşturmaktadır. Son IPCC raporuna göre sıcaklık şimdiden 1 derece civarında artmış olup öngörülen iyi senaryoyu aşmış durumdadır.
Değişen iklim;
⦁ Orman yangınlarında daha fazla alan yanmasına ve yangın sıklığının artmasına,
⦁ Ağaçların kurak koşullara daha fazla maruz kalması ve büyümelerinde azalma meydana gelmesine
⦁ Ağaçlarda tohum ve meyve veriminin azalmasına
⦁ Daha fazla böcek ve mantar zararlarının ortaya çıkmasına
⦁ Ağaç türlerinin özelikle kurak kısımlarda yaşayan bireylerinde toplu ölümlerin yaşanmasına neden olabilecektir.
Bu olumsuzlukların bir kısmı zaten yaşanmaktadır. Bunların yaşanma sıklığı ve şiddetinde artışlar beklenmektedir.
Ormanlar yanıyor!
Akdeniz Havzasında orman yangınları milyonlarca yıldan bu yana meydana gelen doğal bir süreçtir. Ancak insan etkilerinin artmasıyla birlikte doğal süreçlere insan faktörü de eklenmiş ve orman yangınları neredeyse 10 kat artmıştır. Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine göre 10 yangından 9’unun nedeni insandır. Bu durum orman yangınlarının hem sayısını hem de yanan alan miktarını artıran önemli bir nedendir.
Orman yangınları son 2-3 yılda hem boyut değiştirmeye hem de daha fazla toplumsal tepkiye yol açmaya başlamıştır. Değişen iklimin etkisiyle daha fazla ısınan ve kuraklaşan yaz döneminde yanıcı madde miktarının da fazla olması nedeniyle başta kızılcam ormanları olmak üzere kızılçam-maki topluluklarının bulunduğu yerlerde yangınlar daha geniş alanlara rüzgârın da etkisiyle hızlıca yayılmakta, yangın söndürme çalışmaları sekteye uğramakta ve ciddi oranda orman alanı ile can kayıplarına neden olmaktadır.
Ne yapmalı?
Yukarıda sayılan olumsuzlukların tamamı insan etkisiyle yaratılan sorunlardan kaynaklanmaktadır. İklim değişikliğinin hızlanması, kızılçam ve maki sahalarında yapılaşmalar, ormanlara çok daha fazla insan müdahalesi, rüzgâr enerji santralleri (RES), hidroelektrik santralleri (HES), enerji nakil hatları, maden, taş ve kum ocakları, çöp döküm sahaları, toplu konutlar, yollar, havalimanları gibi kamusal yatırımların hepsi ormanlık alanlara yapılmaktadır.
Tüm bunların ormanlık alanlara yapılmasından vazgeçilmelidir. İklim değişikliğini kısa ve orta vadede durdurmak pek mümkün değildir ve bu küresel bir sorundur. Ancak yukarıda sayılan tüm uygulamalar her ne kadar küresel sermeye de içinde olsa da ulusal bir sorundur. Bunlardan ormanlık alanlarda vazgeçilmesi, yerelde ormanların korunması ve yangınlara daha az maruz kalmasına katkı sağlayacak en önemli adımlardır.
Ormanların yönetimi ve sürekliliğinin sağlanması “Orman Mühendisliği” mesleğinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Ormanlık alanlarda bilimin getirdiği uygulama ve deneyimler, aslında yanan alanların ne şekilde tekrar ormanlaştırılması gerektiğini ortaya koymuş ve yıllardan bu yana da başarılı bir şekilde uygulama yapılan alanlar olmuştur. Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde halen çalışmakta olan son derece değerli ve konusuna hâkim uzman orman mühendisleri bulunmaktadır. Ancak rotasyon uygulamaları, siyasi baskılar, liyakat sorunu, teknik personelin önerileri yerine popülist yaklaşımlarla milyonlarca fidan dikimi açıklamaları ormancılık tekniğine uygun olmayan yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlardan mutlaka vazgeçilmelidir.
Orman Genel Müdürlüğü, 1839 yılında kurulmuş ve ülke topraklarının yaklaşık %29’unu yöneten ve en zorlu arazi şartlarında faaliyet gösteren büyük bir kurumdur. Böylesine tarihi ve büyük bir kurum, siyasi açıklamaların gölgesinde bırakılmamalı ve yöneticileri tarafından saygınlığı korunmalıdır. Kamuoyunda çok ciddi bir ormansızlaşma algısı vardır ve bu doğrudur da. Örneğin 6831 sayılı orman kanununa eklenen ek 16.madde, maden yasası, 6831 sayılı yasanın 1j, 2a ve 2b maddeleri ile Turizm Teşvik Yasasında yapılan değişiklikler ormanlık alanlardan bazı alanların orman dışına çıkarılmasına yol açmaktadır. Bu uygulamaların tamamı Orman Genel Müdürlüğü tarafından verilen izinlerle gerçekleşmektedir. Benzer şekilde, özel ağaçlandırma uygulamaları ve yanan orman alanlarına meyve ağacı dikim önerisi, orman alanlarının ve ekosisteminin ortadan kalkmasına neden olacaktır. Bu tür uygulamalar Orman Genel Müdürlüğü’nün saygınlığına gölge düşürebilecek uygulamalardır. O nedenle bu tür uygulamalar, mevzuattaki karşılıklarıyla birlikte ortadan kaldırılmalı ve ormanların korunmasında ortaya çıkan sıkıntılı durumlar giderilmelidir.
Orman Genel Müdürlüğü’nün halka ilişkiler birimleri çok daha aktif ve doğru bir şekilde toplumu bilgilendirmeli ve teknik ve ekolojiyi harmanlayan bir meslek olan orman mühendisliği konularında toplumdaki yanlış algıyı düzeltmelidir. Örneğin yanan alanlara hemen fidan dikmek, başta zeytin, incir ve badem olmak üzere meyve yetiştirmek gibi önerilere karşı kurumsal olarak bunların ne denli yanlış uygulamalar olduğu dile getirilmeli ve toplum bilinçlendirilmelidir.
İlk mega yangınlar olarak tarihe geçebilecek boyutlardaki orman yangınlarının ardından uçak ve helikopterler ile yangın işçileri konusunda önemli eksikliklerin olduğu da ortaya çıkmıştır. Özellikle ilk müdahale sırasında son derece yararlı olan hava araçlarından Türk Hava Kurumu ile protokol yaparak yeterli sayıda temin edilmesi gereklidir. Akdeniz Havzasında Nisan-Ekim ayları arasında her an yangın çıkabileceği olasılığıyla hareket edilmeli 1 Nisan itibariyle tüm hava araçları uçuşa hazır hale getirilmeli, yangın işçilerinin alımları ve eğitimleri tamamlanmış olmalıdır. Bunlar olmadığı ve bunlarda gecikmeler yaşandığı sürece yangınların söndürülmesinde de zafiyetler ortaya çıkabilecektir.
Son olarak, yangınlar artık orman-kent çeperinde yoğunlaşmakta ve hem ormana hem de kente zarar vermektedir. Bu nedenle, kent çeperlerine tampon zonlar oluşturulmalı ve bu yapılırken de tampon zon asla ormana kurulmamalıdır. Ev ve diğer binalar ormana belirli bir mesafede yapılmalıdır. Yangın söndürme konusunda da orman yangın ekipleri ve itfaiye koordineli bir şekilde çalışmalıdır. Bunun için de bu kış döneminde yasal düzenlemeler yapılarak alt yapısı oluşturulmalıdır.
0 yorum