Tohum herşeyin başlangıcıdır, hayatın kendisidir. Hayatın devamlılığını sağlar. Tohum eski bitkinin yaşamı ile yeni bitkiye armağan ettiği, yaşamlar arası bir geçittir. Geçmiş ile geleceği birbirine bağlar. Bitkiler bizim öğretmenimizdir. Gelecek kuşağa yararlı bir şey bırakabilmek için kendilerini feda etmeleri gerektiğini bize öğretirler. Her seferinde yeniden doğarlar. Tohumlar çok marifetlidirler, yaşam enerjileri çok yüksektir. Ateşle yayılan tohumlar, bir hayvanın sindirim sisteminden geçmeden filizlenemeyen tohumlar, bir hayvanın tüylerine sarılıp binlerce kilometre yol alabilen tohumlar var. Tohumlar canlı embriyolardır. Toprağın şevkatli kollarında büyüyüp, bizlere geri verilen çocuklardır.
Yeryüzünde yaklaşık 300.000 bitki türü vardır. Yediğimiz bitki türü sayılarına baktığımızda, sayı 30.000’e kadar düşüyor. Bunların 120’si düzenli olarak üretiliyor. Fakat insanlığın büyük çoğunluğu 10 bitki türünü yiyerek yaşıyor. Bunların bazıları; buğday, mısır, arpa, pirinç ve fasulyedir. Büyük resimle kıyasladığımızda aslında hiç sayılır. Yabani bitki türlerinin tohumlarına dikkat etmemiz ve onları tarımsal üretime kazandırmanın yollarını bulmalıyız. Çünkü onlar dünyamızı besleyecek, biyolojik çeşitlilik mirasımızın bir parçasıdır.
Tohumlar geleneksel beslenme biçimlerimizin özüdür. Tohumları göçler ile gittiğimiz her yere götürdük. İnsanlarla bitkiler arasında olağanüstü bir dans vardır. O dans ile birbirlerini buluyor ve bir kültür oluşturuyorlar. Tohum bütün medeniyetler için çok önemli olmuştur. Büyük kıtlık zamanlarında, insanlığı bir avuç tohum kurtarmıştır.
İnsanlık tarihinin en büyük tohum kıtlığını yaşıyoruz. Tohum çeşitliliği gün geçtikçe azalmakta ve bir çok tür yok olmuş durumdadır. 20. yüzyılda sebze tohumu çeşitlerinin %94’ünü kaybettik. 544 lahana çeşidinden 28 çeşit kaldı. 158 karnıbahar çeşidinden 9 çeşit kaldı. 32 enginar çeşidinden 2 çeşit kaldı. 288 pancar çeşidinden 17 çeşit kaldı. Kuşkonmaz %98, mısır %96, soğan %94, karpuz %91, turp %94, hıyar %94 ve patlıcan da %91 çeşit kaybımız var. Tohum stoğumuzun çeşitliliği tehlikede altında. Şu anda yaşanan bu tohum kıtlığını önlemek ve çeşit kayıplarının önüne geçebilmek için, tohum bankaları kuruluyor. Her tohum bankası Nuh’un gemisi aslında. İnsanlığa garip bir güvenlik hissi veriyor ama hayat geminin içinde devam etmiyor. Şuan buzul çağından beri en köklü değişimi yaşamaktayız. Yaşam biçimleri üzerinde yoğun baskılar ve müdahaleler var. Küresel çapta yaşanan iklim krizi tohum çeşitliliğini de tehdit ediyor. Tohum kıtlığında yaşanacak kıtlık, çok daha büyük olacaktır.
Yeryüzünde bozgunculuk yaparak para kazama hırsı içinde olan büyük şirketler tohumları tekellerine almak için büyük yatırımlar yapıyorlar. Çok kirli ve kanlı oyunları var.
Amerika’da1890’lı yılların başında bir milyar paketten fazla tohum ülkenin her yanındaki çiftçilere ücretsiz olarak dağıtıldı. Amerika Tohum Ticareti Birliği, tohumların ülke çapında ücretsiz dağıtımını engellemek için bir lobi oluşturdu ve 1924’de federal hükümetin tohum programı durduruldu. Büyük sanayiciler, Amerikan tarımından çok büyük kârlar elde edebilmek için öyle bir tohum icat etmeliyiz ki, saklayamasınlar ve tekrar kullanamasınlar fikrini ortaya koydu. Bu fikir de melez (hibrit) tohum sanayisini ortaya çıkardı. Bir dükkana girip raftan tohum alma fikri çiftçilerin oldukça hoşuna gitmişti ve büyük bir değişiklikti. Tohum üzerindeki yetkinizden, sorumluluğunuzdan feragat etmişseniz ve tohumlarınız için bir başkasına bel bağladıysanız, ruhunuzu bir başkasına teslim etmiş gibi olursunuz. Çünkü tohum herşeyin başlangıcıdır. Melez (hibrit) tohum endüstrisi çiftçilerin tohum saklama alışkanlıklarını değiştirdi ve daha sonra da tohum saklama alışkanlıklarını yok etti. Melez (hibrit) tohum, tarımın ortasına düşmüş bir atom bombasıdır.
Yeşil devrim 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Meksika’da başladı. Yeşil devrim çevre bilinci ile ilgili değildi. Kızıl devrimin karşıtı olarak kullanılıyordu. Mesele dünyanın her yerinde büyük ölçekli tarım yapan firmalara yarayan tohumlar geliştirmekti. Halk kapitalizmin sınırları içinde kalsın, isyan edip komünist olmasın diye, ucuz yiyecek üretmekti. Yeşil devrim köylü çiftçiliğinin binlerce yılda geliştirdiği bilgiyi alıyor ve tarihin çöp tenekesine atıyor. Onun yerine de modern sanayi tarımını koyuyor. Yeşil devrimin tohumlarına mucizevi çeşitler deniyordu. Daha fazla kimyasalı kaldıracak şekilde üretiliyorlardı. Savaş için kimyasal üreten sanayi, üretimini tarımsal kimyasallara dönüştürerek bunları tarıma itelemek istiyordu. Yiyeceğimizi üretmek için kullandığımız tohumların %90’ı kimya şirketlerinin, tarım kimyasalları ve ilaç üreten şirketlerin elinde. Burada büyük bir çıkar ilişkisi var. Bu şirketler çiftçilerin tohumlara ve ürettiği kimyasallara bağımlı olmasını ister. Tarımda kullanılan kimyasalların insan sağlığına çok büyük zararları vardır. Tarım kimyasalı yerine aslında zehir demek çok daha doğru olur. Her yıl dünya üzerinde 6 buçuk milyon kilogramdan fazla Roundup tarlalara püskürtülmektedir. Bu sadece bir kimyasalın miktarıdır.
Tarım politikaları büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Şirketler ile hükümler arasındaki ilişkiler insanlık açısından hiçte masum değildir. Büyük şirketler tohumların sahibi biz olmalıyız ve hayatın patentini biz almalıyız dediler. Bir şirket onbinlerce gen arasından bir geni alıyor, o geni değiştiriyor ve sonra da o bitkinin sahibi biziz diyor. Şirketlere her türlü yaşam biçiminin doğal olarak üremesinden kâr etme imkanını vermek, onlara eşi benzeri olmayan bir destek vermek demek. Sadece tohumlara sahip olmuyorlar. O tohumlardan çıkacak bütün ürünlerin de sahibi oluyor ve patentini de alıyorlar. Patenti ilk alan şirketler olduğu için de tohumların sahibi oluyorlar. Tohumlarda ki saflık bozulduğu zaman bir daha doğal şekli ile üretim asla mümkün olmaz. Bütün özellik tohumların DNA’sındadır. Genetik mühendislik ürünü, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO)’lu bitkiler, bitki dünyasında doğal olmayan bir şey yapıyorlar. Tamamıyla farklı bir türden alınan bir gen, hedef bitkiye veriliyor. Fakat bitki karşı koyuyor. Bitki yabancı bir türün genlerini bünyesine almak istemiyor. Domuzdan gen alıp, domatese aktardılar. İnsandan gen alıp, mısır ve pirinçe aktardılar. Genetiği değiştirilmiş bir tohum ile değiştirilmemiş tohum arasındaki fark gözle görülebilecek bir şey değildir. GDO’lar geleneksel olarak işlenmiş gıda maddelerinin %80’ine girmiş durumdadır. 
Tohum patentli bir ürün hâline geldiğinde, tohumun özgürlüğü yok olur. Tohumlarımıza sahip çıkmalıyız. Çeşitliliğimizi, saflığımızı ve yaşama özgürlüğümüzü korumak zorundayız. Tohumun özgürlüğünü geri kazanırsak, insanlığın da özgürlüğünü geri kazanacağız. Sistemin getirdikleri değil, ürettiklerimiz bizleri geleceğe taşıyacaktır. Öze dönüş için bir tohum yeter. Hepimiz gerçekleri söylemek ve daha çok kişiyi bilgilendirmek zorundayız.
“Kuraklığa su, karanlığa ışık olmak niyetimiz.”

Kategoriler: Genel

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir