Biyofilik Tasarım Nedir?

İngilizce’de biophilia olan biyofili sözcüğünün asıl kökü Yunanca’dan gelmektedir. Yunanca‘da bio ‘hayat’, philia ise ‘düşkünlük, sevgi’ anlamına gelip ‘hayat sevgisi’ olarak dilimize çevrilebilir.

Biyofilik tasarım kentleşme ve informasyon çağı ile gelen sorunları, doğa ve insan kopukluğunu ele alan ve bunları çözüme ulaştırmaya çalışan bir anlayıştır. Ünlü biyolog ve yazar Edward O. Wilson’un 20 yıl önce ortaya atılan ‘biyofilya’ kavramının bir yansımasıdır. E.O Wilson, ’Estetik, entelektüel, bilişsel hatta manevi tatminimizin dahi anahtarı doğanın elindedir.’ sözünden de anlaşılabileceği gibi insanoğlunun diğer tüm yaşam sistemlerine içgüdüsel olarak bağlı olduğunu, insanın doğanın bütününe, bitki ve diğer hayvan türlerine duyduğu sevginin doğuştan gelen bir his olduğu anlaşılır. Biyofilik tasarımdaki amaç da insanı ve doğayı anlayıp bu ikisini özdeşleştirmektir.

Doğa insansız nasıl düşünülemez ise insan da doğasız düşünülemez. Bu ikisini birbirinden kopardığımızda insan özünde bir kopma yaşıyor ve bu da psikolojik sorunlar ve yaşam kalitesinde azalmayla geri dönüyor. Ayrıca günümüzde, topraktan ve yeşilden koptukça her şey bizimle altüst oldu. Betona boğulup sıkışık alanlarda yaşamaya mahkum kaldıkça mutsuzluk ve stresimiz arttı. Oysaki doğa ile bağlarını sağlamlaştıran insanlar daha az sağlık problemleri yaşayıp daha az depresyona giriyor. Köylerde yaşamını sürdüren insanların bizden daha mutlu ve sağlıklı oldukları aşikar. Yapılan araştırmalar da bunu doğruluyor ve ofislerdeki biyofilik tasarım uygulamalarının %8 oranında arttığının altını çiziyor. Mimarideki biyofilik tasarım ihtiyacı da tam bu noktada çıkıyor. İyileştiren mimari olarak da nitelendirilen biyofilik tasarım özellikle yaşam alanlarımızda insan sağlığını geliştirmek için doğal sistemleri ve süreçleri yapılı çevre tasarımına dahil etmeye çalışır. Böylece hem insan bedeni ve psikolojisine hem de doğal çevreye zararı olmayan mekanlar oluşturulur. Dünya üzerinde de belki biyofilik tasarım adı altında olmasa da doğayla uyumlu, iyileştirici mekanlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Gelin beraber bu örneklerden bazılarını inceleyelim.

Frank Lloyd Wright Şelale Evi

Frank bu evi 1934–1937 yılları arasında Pensilvanya’da yapmıştır. Doğanın içinde, bağlama ayak uyduran bu ev artık doğanın bir parçası olmuştur. Ev, şelalenin üzerine inşa edilmiş, ısıtma birimleri (şömineler) ise arsadaki mevcut kayalardan oluşturulmuştur. Bazı kaya parçaları arsada bulundukları yerde bırakıldı. Bu kaya paçalarının yer yer döşemeden çıktığı görülebiliyor. Aslında Wright bu kayalara döşemeyi taşıtmak istemiş fakat bu bölge ev sahibinin güneşlenmek için favori yerlerinden olduğundan kayaların olduğu gibi kalmalarını istemiş. Büyük pencereler ve balkonlarla doğaya olan yakınlık korunmuş. Şelale; sesi evin her yerinde duyulmasına rağmen sadece dışarıya çıkıldığında görülebiliyor. Bunun için oturma odasından su seviyesine kadar inen bir merdiven inşa edilmiş. Binanın karmaşık yatay tabakalaşması, terasın açık renk beton korkuluğu ve öne çıkan çatı ile vurgulanmış ve doğal taşlardan oluşan küpün etrafında gruplanmıştır. Doğal malzemelerin ve bağlamın etkisiyle doğa içinde farklılaşmayan yapı doğal kaynaklardan da beslenerek sakinleştirici etkiye sahiptir.

Bosco Verticale

Bu yapı İtalyan mimar ve şehir planlamacısı Stefano Boeri tarafından 2010–2014 yıllarında tamamlanmıştır. İki kuleden oluşan yapıda yaklaşık 900 ağaç ve 2000 çeşit bitki vardır. Hava kirliliğiyle ünlü Milano şehrine 10,000 m2 yeşil alan kazandırmıştır. İçinde barındırdığı bitkiler ve yeşil sirkülasyon biyo-çeşitliliğin yenilenmesini, CO2 ve toz parçacıklarının emilimini ve oksijen üretilmesini sağlamaktadır. Yeşil kuleler aynı zamanda böcekler ve kuşlar için de yeni bir yaşam alanı sunmaktadır.

Biyofilik tasarım derken sadece içinde biyo-çeşitlilik içeren tasarımlar olarak algılamamalıyız. Doğal sistemlerle uyumlu, doğadan birtakım dersler çıkaran, enerji problemini kendi içinde çözmüş tasarımlar da olmalıdır. Bosco Verticale’de çevre koruması maksimim seviyede tutulmuş. Enerji üretimi ve su dağıtımı için güneş enerjisi kullanılmış. Kullanılan yeşil tabaka iç mekanları da akustik kirlilik, toz, rüzgar ve kontrolsüz güneş ışığından koruyor. Yani tasarım kendi çözümleriyle de görünüşte de biyofilik tasarımı karşılıyor, en azından kendi zararını nötrlüyor. Bu bakımdan biyofilik tasarımın yeşil badana aracı olmaktan çıkıp gerçekten sürdürülebilir amaca hizmet ettiği söylenebilir.

Oregon Sustainability Center

Center, Portland şehrinde yükselecek gökdelen ofislerin yanı sıra şirketler tarafından belli süreler için kiralanabilecek toplantı odaları, okullar için sınıflar ve laboratuarlar, kâr odaklı olmayan oluşumlar için düşük maliyetli merkezler içerecek. Yapımı devam etmekte olan projede maksimum gün ışığı ve temiz hava alacak şekilde konumlandırılmış binanın yüzeyinin yüzde 35’inin cam ile kaplı olduğunu ve cam kaplamanın, binanın 12 saat boyunca sadece gün ışığı ile aydınlatılmasına olanak tanıyacağı belirtilerek fark yaratacak özellikleri bulunmaktadır. Her katın 4 derecelik hareket kabiliyeti, tıpkı bir çiçekte olduğu gibi, güneş ışığına dönüşü sağlayacak. Bina, tüm enerjisini güneşten elde edecek, ısıtma-soğutma ise jeotermal kuyular ile sağlanacak. Kirli su dördüncü kattaki 150 metrekarelik tarlada arıtılacak. Tam zamanlı çalışan her birey, açılabilir bir pencereye en fazla 9 metre uzaklıkta oturacaktır. “Oregon Sustainability Center” bir taraftan şehir hayatının sürdürülebilir gelişim doğrultusunda yaşanabileceğini gösterip, diğer taraftan biyofilik tasarımın inşaat aşamasında getirdiği ek maliyetin ve sonrasındaki sağlayacağı tasarufun detaylı bir şekilde takip edildiği deneysel bir proje olacaktır. Geleneksel olarak tasarlanmış bir binaya kıyasla enerji gereksinimlerini %75 oranında azaltması da öngörülmektedir. Tüm bunlar ele alındığında yapının enerji çözümlemeleriyle de sürdürülebilir olduğu, şehir hayatının dayattıklarının karşısında bir tavır aldığı söylenebilir. Özellikle son yıllarda çokça karşımıza çıkan, biyofilik tasarım adı altında sadece şekilce doğanın taklit edildiği içi boş tekrarlar görüyoruz. Bu gibi tasarımların yararından çok zararlarının olduğu, enerji yüklerinin ve bakımlarının fazla olduğu da bir gerçek. Bu nedenle kendi enerji çözümlemesini, bakımını yapamamış bir tasarımın sürdürülebilirliği üzerine de düşünüp sorgulamak gerekmektedir. Biyofilik tasarımın ana karakterleri olan doğa ve insan faktörlerini göz ardı etmeyip derinlemesine anlamanın bu kapsamda gösterilecek en doğru davranış biçimi olduğu bir gerçektir.

Semanur Tüzer

Kategoriler: Genel

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir